Due diligience kavramına tarihte ilk olarak 1933 yılında ABD Menkul Kıymetler mevzuatında -US Securities Act 1933- yer verilmiştir. Bu anlamda ilk uygulama alanı sermaye piyasaları olsa da sonrasında bir endüstri standardı olarak kabul görmüş ve hemen hemen her türlü yatırım ilişkisinde başvurulan yöntemlerden birisi haline gelmiştir. Türkiye’nin büyüyen ekonomisiyle birlikte şirket alımları ve birleşmelerinin de sayısı artmaktadır.Tam da bu noktada amaç, şirketlerin operasyonel ve sistemsel altyapı ve yetkinliklerinin incelenmesi, şirket performansı, maliyetlendirme altyapısı ve kapasitesinin planlanan strateji ve büyüme hedeflerini gerçekleştirmedeki yeterliliğinin değerlendirilmesidir. Genellikle danışmanlık şirketleri( Pwc,Deloitte gibi) tarafından yapılmaktadır. Due diligence yapıldıktan sonra, potansiyel alıcı tarafından raporun sonuçları incelenir ve şirketin mali ve hukuki konumuna göre satıcı ile tekrar masaya oturulur. Due diligence’ın rolü, şirket değerinin ve fiyatının tespitidir bununla birlikte alıcının pazarlık pozisyonunu güçlendirdiğini söyleyebiliriz. Süreç temel olarak 3 başlık altında incelenir: Operasyon, Mali İşler ve Hukuk. Sürecin alt başlıkları olarak da Endüstri, Satış-Pazarlama, Finans, Vergi, Sigorta, İş Güvenliği ve Çevre, Bilgi Sistemleri, İnsan Kaynakları sayılabilir.Hukuki açıdan satın almanın iptaline sebep verecek riskler ve görüşlerin varolup olmadığı incelenir.
Bağımsız danışmanlar, denetçiler ve hukukçular, iş dünyasının tarafları arasındaki çıkar çatışmalarının önlenmesi ve uzlaşma noktalarının bulunmasında önemli bir role sahiptir. Bu anlayışın bir parçası olan özenli inceleme ve değerlendirme süreci yatırım yapılacak şirketin bir “check-up”ı olarak görülmelidir. Verilerin yorumlanabilir kaliteli bilgiye dönüştürülmesi ve bilgi şeffaflığının sağlanması açısından due diligence önem teşkil etmektedir.